23 Şubat 2015 Pazartesi

PIT

          Pıt, pıt, pıt. Çatıdan yerdeki leğene damlayan suyun sesiydi bu. Umut, dışarıda yağan yağmura dikmişti gözlerini. Yağmurun, gökyüzünden yeryüzüne inişinin ne kadar hızlı olduğunu hesapladı. Yağmurun hızına kendini kaptırdığında, hayatının ne hızlı, ne anlamsız, ne boktan bir hayat olduğunu düşündü. Sahi, neden yaşıyorum? Bunca çaba, erdem, adalet, neden? Peki, insanlar bu yalan koşuşturmalar içinde nasıl mutlu olabiliyor? Yeni telefonlar, yeni bilgisayarlar, yeni ayakkabılar, yeni sevgililer... insanları mutlu eden bu yenilikler miydi, yoksa onlara kattıkları anlamlar mı? Kapattı gözlerini, bulutların yanından geçiyordu ki gözlerini açtığında yerin altındaydı. Tekrar kapattı, bulutların yanında uçuyordu. Açtı gözlerini, karanlık bir yeryüzü vardı üzerinde. İnsanlar yürürken üzerinde, Umut koşuyordu. Mutlulukla, heyecanla koşuyordu. Hiçbir şey tüketmediğini görünce daha çok sevindi. Koştu, koştu, koştu. Durdu. Nereye koşuyordu? Tüm sevinci yok oldu. Var olma düşüncesi ilk aklına düştüğünde hüznün tadına vardı. Hüznü bulduğunda mutluluğu aradı. Mutluluk şartlanmışlıklarımızla dayatılanlar mıydı? Mutluluk ne idi? Erdem ne idi? Etrafına baktığında, kimse yoktu. Herkes yukarıdaydı. Karanlığın ötesinden bir ses duydu. Hişt, dedi biri. Umut, ismiyle tanıştı. Hişt. Umut koştu. Hişt. Umut koştu. Umut sesin geldiği yere koştukça, ses daha uzaktan geliyordu. Hayır, kendini bırakmak yoktu. Yorulmak Umut'a göre değildi, koşmalıydı. Daha hızlı. Hişt. Hişt.
          - Yakaladım seni.
          - Evet.
          - Kimsin sen?
          - Bilge.
          Yağmur yağıyordu. Bilge, gökyüzünden inen her bir yağmur damlasının inişini ayırt edebiliyordu. Olayları en ince ayrıntısına değin düşünebildiğini bu sayede fark etmişti. Ayrıntıların içine gömülür, saatlerce içinden çıkamadığı sorunlarla uğraşır, onları çözene kadar zamanın geçmesini durdurabilirdi. Tüm detayları bir araya toplar ve eleştirisini yapardı. Bir gün, çözümlemeyi ve eleştirmeyi kendine iş edinen Bilge, anlamsızlaşan yaşamların ortasında buldu kendini. Burası, tüketim çılgınlığına hapsolmuş ve sadece kendilerini düşünen insanların dünyasıdır. Bilge, bireysel çıkarların her ideolojiden üstün olduğu bu dünyada başka türlü var olmayı seçti. Olmasıgereken dünya burası değildi. O, anadilinin konuşulmasına yasak getirilen halkının omuzlarına yaslamalıydı omuzlarını. Savaşın ortasında büyüyen çocukların, işgal altındaki köylerde yaşayan insanların hayatına temas etmeliydi. Orada yaşamak istemekteydi. Ama, insanın yapmak istedikleri ile zorunlu kaldıkları eylemler arasında belirlenirdi, hüzün ve mutluluk. Öyle ki, bir yolculuğun mutluluğunda gitti, hüznün dönüşüne. Hişt.
          -Gitmeliyim.
          -Geleyim mi?
          - Sen bilirsin.
          -Peki.
      Pıt. Leğene düşen son yağmur damlasıydı bu. Bir gökkuşağı beliriverdi gökyüzünde. Umut ve Bilge'nin elleri kenetlenmişti, savaşı hiç unutmayacak çocukların ellerine. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder