23 Şubat 2015 Pazartesi

Kırık Kuş

yazılmış öyküleri unutmalı
kırık bir kuş yolculuğu anlatır
geçmiş ölüler tarlasından kendi yarasıyla
o günden beri bir fotoğrafın yası tutulur

        Ne çok severim bu satırları. Ölümü hatırlatır bana, hiç unutmadığım ölümü. Ölüm ne tuhaf şey değil mi? İnsan bazen ölmek ister. Yaşadığı tüm sorunlardan kurtulmak ister. Sonra biri çıkar ve der ki, bu sorunları herkes yaşıyor. Yaşıyor ise herkes aynı sorunu/ve yoksa bir çözümü/ öldürelim hepimizi/tek kurşunla!
        Kapımı çaldı anne? Çalmadı mı? Bana da öyle gelmişti zaten. Yemeyeyim mi tırnaklarımı? Tırnaklarımı yememin sebebi sensin biliyorsun anne. Bilim der ki, iki-dört yaş aralığında çocuk, içindeki enerjiyi dışarı atamadığından kendi bedeninde bunun acısını çıkartır. Doğru, çok üstüne gittim, ben de inanmıyorum zaten bilime. Ne yapayım? Bir karşılıksız sevda içinde yiyorum tırnaklarımı bir de ölümü hatırladıkça. Hep mi yiyorum? Evet, anne.
        Hem kim ister ki, tırnaklarını yiyen, küçük elleri olan ve güçsüz bir insanla birlikte olmayı? Konuşan adam kim anne? Kimse konuşmadı mı? Bana da öyle gelmişti zaten. Ne diyordum? Evet, güç. Güç için paranın miktarıyla doğru orantılı diyorlar, ne diyorsun? Ben öyle düşünmüyorum. Bazen, güç, akıl oluyor, zeka oluyor. Hem parasız, hem salak mıyım? Belki de.. Belki-si fazla mı? Ağlayan insan da güçsüz müdür? Doğal mıdır, ağlamak?
        Ay anne, sen de, ilahi... Doğa, korudukça ilmiğin boynumuza geçmesi değil mi? Kim bunlar anne? Kimse gelmedi mi? Ama ben birilerini görüyorum. Yok yok, sadece birini görüyorum.  Doğada, sigarasını sararken gözüme çarpan ve bende olmayan tırnaklarının ucunda, ince ve güzel, beyaz tırnaklarının ucunda, dişleri de çok güzel, biliyor musun? Genç ölmek ne güzel şey değil mi anne? Değil mi? Niye yaşadın ki bu yaşına kadar? Gerçekten inanıyor musun dünyayı güzelleştireceğine? Eskiden hiç yeni olmaz ki anne. Hiç olmamasından güzeldir ama, değil mi? Eski de olsa güzeldir.
        Gözlerinde gördüm, o bir dünya anne, bir tanrıça, inandım ona. Ben, seni seviyorum dedikçe, onun sadece severim ki ben, demesine inandım. Sever, bilirim. Ama benim onu sevdiğim kadar değil. İnancımı yitiremem, doğru. Umutlanmak istemiyorum ben artık! Ölmek ise çözüm, ne duruyorum? Seni bırakamıyorum anne! Güçsüz bir insanım ben. Seni bırakamıyorum. Ne senin istediğin gibi bir insan olacağım, ne de seni bırakacağım. Güçsüz, çirkin, sefil ve tırnaklarını yiyen bir insanım neticede. Pişman mısın beni doğurduğuna, anne? Neden olmayasın, sen doğurdun diye, sana güzel gelmek zorunda değilim ki... Güzellik bakıştadır değil mi anne? Ama bakışlarım gözyaşlarıyla dolu benim anne. Ağlıyorum, bak. Ve ben bir sarılmaya dünyamı verecek iken... Bak gene getiremedim, cümlenin sonunu. Evet, belki salağım, belki güçsüzüm, ve evet, tırnaklarımı yiyorum ama... Gene olmadı. Bitmiyor bazen cümleler. Bazı hayatlara benziyor. Bazı yaşanmışlıklara, yarıda kalıyor. 
        Yarıda kalan bir çok şey var anne. İş gibi, senin maket gemin gibi, benim "puzzle" ım gibi, ağlamak bazen, yarım kalıyor ya hani, tam boğazın düğümleniyor, bırakıyorsun kendini, rahatlayayım diyorsun ve çıkmıyor oradan.
       Ölürsem gözüm açık kalır mı acaba?  Bilmem, bazıları öyle öllüyor. Bu insanlar neden gülüyor anne? Yok mu insan falan... Delirdim mi ki ben? Deli Şevki vardı, Karadeniz'de. Derdi ki, "kimseye boyun bükmeyip, kimseye zarar vermeyen insana deli derler" Kaç kişiyiz ki? 
      Bir de anne, senin ellerinde onun elleri gibi mi? Nasıl mı? Onun ellerini tutunca ben, kalabalık oluyorum. Bırakıyorum kendimi, uçuyoruz sonra. Gülümsüyoruz birbirimize, gökyüzünde. Düşün anne, bulutlar bile aşağımızda. 
        Ben kimseye zarar vermek istemiyorum anne. Sevdiğim insanların istemediği şeyleri yapmak istemiyorum. Yapmadan da kendimi tutamıyorum. İnsan sevdiğini söylemez ise ölür mü anne? 
        Nereye götürüyorlar beni anne? Anne, tutmayacak mısın beni? Anne, götürüyor-lar. Anne? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder