23 Şubat 2015 Pazartesi

Bugün de Ölmedim

            Sabah saat dörtte telefon çalıyordu. Açtım, gelen ses titrek ve ağlamaklıydı. Ölümün ne zaman geldiği önemli mi? Otuz yaşında ölmekle altmış yaşında ölmek arasında ne fark var? diye art arda sorular soruyordu. Hiç düşünmedim, diyerek telefonu kapattım.
           Olaylar yine çığırından çıktı. Düşünmedim mi gerçekten ölmeyi? Düşündüm. Önemi olmayan konulardı bunlar hep. Gözlerimi kapatıp tekrar uykuya daldım.
           Bir kadının kahverengi gözlerinde, birilerinin üzerime su döktüklerini gördüm. Birileri hüzünlü surat ifadeleriyle üzerimde su gezdiriyordu. Neyin hüznüydü bu? Niye bu kadar asıktı suratları? Çok zaman geçmedi, insanların omuzlarında buldum kendimi. Cenazeydim. İstediğim bu değildi.  Ölüyüm diye omuzlarda taşınmak isteğim olmadı hiç. Yaşarken bakıp selam vermekten çekinen insanlar taşıyorlardı omuzlarında beni. Amaç kendilerini affettirmek mi, yoksa ben kendimi bir bok sanayım diye miydi bu eylemler, bilmiyorum. Bir ahali saygı içerisindeydi bana. Yaşarken omuz atıp, sinirle giden insanlar, şimdi sadece ölüyüm diye, dokunmaktan çekinen insanlardı. Bitmeyen saygı göstergesi süresince soğuk görünen bir taşın üzerine koydular beni. Ben saatlerce beklerken orada, hakkımdaki konuşmaları dinliyordum bir taraftan. Çok sıkılmıştım. Bir an sohbetin benden çıkıp futbol konusuna geçmesini garipsedim. Sonra insanların birbirleri hakkındaki dedikodularıydı beni en çok üzen. Ne çok insan vardı yaşarken birbirini sevmeyen ve ne çok insan vardı, sevmediği insan ölünce omuzlarına alarak saygı gösteren. İyi ki öldü diyen de oldu, ölmeseydi de oturup bu akşam iki kadeh rakı içseydik diyen de... Birinin öksürmesiyle herkes toparlandı. Sıralı biçimde arka arkaya geçtiler. Ellerini göbeklerinde bağladı erkekler. Kadınların bir kısmı oturuyordu sol tarafta, bir kısmı ayaktaydı, oturanların yanında. Fakat ben hiç inanmadım kadınların erkeklerin kaburgasından yaratıldığına. Çok saygılıysanız bana, ya hep beraber oturun başucumda ya da hepiniz ayağa kalkın, hep beraber sıraya geçin yanı başımda. Sıraya geçmeye de karşıydım bu arada. Düzensizlik de bir düzendir esasında. Diyebilseydim de bunları, biliyorum dinlemeyecektiniz beni. Anlamadığım da buydu. Birinin öksürmesi yetiyordu sizi bir araya getirmeye ve kadınları dışarıda tutmaya. Birinin çığlıkları ise bir boka yaramıyordu. Öksüren erkek başımda konuşmaya başladı. Sonra ahali hep bir ağızdan üç defa helal olsun dedikten sonra tekrar aldılar beni omuzlara. Ne bitmek bilmeyen saygıydı. İnsan şımarıyor bu kadar üstüne gelindikçe. Yüklediler bir arabaya. Bir süre sonra tekrar aldılar omuzlara. Artık bitsin isterken ben, tamam dediler, burası. Koydular toprağın içine. Üstüme toprak yağdırdılar. Sonunda dağıldılar.
         Zil çaldı. Kapıyı açtığımda karşımda kahverengi gözlü kadın. Bakışımla gözlerinde gördüğüm ölümü hissettirmiş olmalıyım ki, yüzünde tatlı bir gülümseme hasıl oldu.
        "Otuz yaşında ölmekle, altmış yaşında ölmek arasında ne fark var" diye sordu bana.
        "Seninle yaşamam gereken bir otuz yılın eksikliği" dedim.
         Saatin alarmı çaldı. Uyandığımda saat sekizdi. Baktım, bugün de ölmemişim.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder