Neandertaller'den
bu yana insan ve yaşamı üzerine bir çok düşünce ortaya atıldı. Para ve
sonrasında var olan sınıflar, sınıfların oluşturduğu toplumlar ve yönetim
biçimleri sorgulandı. Gücün para mı yoksa asker mi olduğu sorularıyla
karşı karşıya gelindi. Paranın, gücün, savaşın ve harita üzerinde paylaşılan
bölgelerin sanal çizgilerle belirlenmesi, çoğu insana, "son" algısı yaratmış olsa da Herakletios'un dediği gibi,
değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir, düşüncesi diyalektiğin devamını bizlere öğretti.
Bu değişim sürecinde insanlar iki olasılıktan
birini seyretmek zorunda kaldılar; insanlaşma veya insandışılaşma. En başında
insan olarak var olmasına karşın süreçte tahrifat göstererek insandışılaşma
yolunda ilerleyen kişilerin sonucunda da iki olasılıktan biri olmak zorundaydılar; ezenler veya ezilenler. Böylesi bir durumda yapılması gerekeni Paulo Freire şöyle
belirtmektedir; insanlaşma, adaletsizlik, sömürü, baskı ve ezenlerin şiddetiyle
engellenir; ezilenlerin özgürlük ve adalet özlemiyle, kaybettikleri insanlığı
yeniden kazanma mücadelesiyle olumlanır.
Ezilenlerin
böylesi bir çaba içerisinde gerçekleşecek olan ihtimallerden bir tanesi,
ezenlerini ezilen, kendilerini ise ezen konumuna getirmeleridir. Bu durum, insanlaşmanın
aksine sadece yer değiştirmeyi sağlamaktadır. Diğer bir ihtimal ise, kendileriyle
beraber ezenlerini de insanlaştırabilme durumudur. Bu noktada ezen ve ezilen
ortadan kalkmış, insandışılaşma yerini durmadan devam edecek olan insanlaşma mücadelesine bırakmış olur.
Günümüz
Türkiye'de insanlaşma mücadelesi veren ezilenler kendi arasında ikiyi ayrılır. Ezen olmayı isteyen ezilenler ve hem kendini hem de ezenlerini özgürleştirmeye çalışan ezilenler. 60'lı yıllardan bu yana verilen karşılıklı idam kararları,
oluşturulan yasalar, asılsız ihbarlar ve neticelerine baktığımızda intikam
duygusunun had safhada olduğu görülmektedir. Halk arasında bir söylem olan
ve bu durumu kanıtlayan bir söz de "ben olsam, bunların hepsini Taksim'de
sallandırırım" olmuştur. Nitekim sallandırma olmasa da birileri Taksim
Meydanı'nda elinden geleni yapmış ve bir çok insanın ölümüne sebep olmuştur.
Kendini
ve ezenlerini özgürleştirme yolunda ilerleyen kesim ise bunu söylemlerinde her
daim göstermeye çalışmıştır. Bu durum, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde
yansıtılır. Türkiye'de başlıca bahsedilebilecek ezilenler (kadınlar,
aleviler, kürtler, ermeniler, lgbti bireyler...) ilk olarak kendilerinin var
olduğunu ve bunun kabulünü talep etmektedirler. Sonrasında ortak bir yaşam,
eşit paylaşım ve anayasada eşit
yaklaşımlara ihtiyaç duyduklarını dile getirmektedirler. Bunun yanı sıra
öğrenciler, işçiler, öğretmenler vd. ezilenler de haklarını talep ederek
insandışılaşmaya karşı mücadele içerisine girerler. Tek dertleri insanlaşmak
olan bu ezilenlerin, özgürlük ve eşitlik adına ezenlerinin de insanlaşmasını
ister ve bunun için çaba gösterirler.
Bu
süreci tam anlamıyla demokratik bir sistem oluşturarak gerçekleştirebilecek
ezilenler için Türkiye'de çok seçenek yoktur. Ya yeni Türkiye yolunda -ki bu bir
türlü gelmedi - vaat edilen umut doğrultusunda ezenlerle devam edecek, ya
ezenlerini ezerek yeni ezen konumuna gelecek ya da kendini ve ezenlerini
özgürleştirecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder